en güzel tarihi aşk romanları
1 Bozkurtlar. Bozkurtlar tarihi roman denildiğinde akıllara ilk gelen yerli eserlerden birisidir. Milliyetçi hatta aşırı milliyetçi yapısıyla bilinen bir yazarın elinden çıkmış olması seni şaşırtmamalıdır. Okuyacağın hikaye İkinci Göktürk Devleti’nin kuruluşunu anlatır. Anlatılan hikaye oldukça akıcıdır.
2021 Delidolu 3 – The Kissing Booth 3 izle The Kissing Booth 3. 4.7. 2021. Delidolu 2 – The Kissing Booth 2 izle The Kissing Booth 2. 5.7. 2020. Delidolu – The Kissing Booth (2018) izle The Kissing Booth. 6.
7 Haziran 1952'de İstanbul 'da dünyaya gelen Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları isimli roman ile edebiyat dünyasına adım atan Orhan Pamuk, Nobel ödülünü almasıyla uluslaraarsı alan daha geniş bir şekilde tanınmaya başladı. Orhan Pamuk'un romanları pek çok dile çevrilmiştir. Orhan Pamuk 2014'te Kafamda Tuhaflık isimli
Content tagged with aşk romanları. Dünya Edebiyatı’nın En Güzel 15 Aşk Romanı Osmanlı Tarihi Hakkında Mutlaka Okumanız Gereken 10 Kitap.
Eser, 90 yaşındaki bir adamla 14 yaşında bir yeniyetmenin ilişkisini anlatıyor. Muhteşem Gatsby - Francis Scott Key Fitzgerald. En naif ve en içten aşk romanlarından biriyle devam edelim. Paranın ve şöhretin gerçek bir aşkın nasıl gölgesinde kalıp önemsizleştiğine tanıklık edeceğimiz Muhteşem Gatsby adlı roman, 1920
Quel Est Le Meilleur Site De Rencontre Suisse. Edebiyat, gücünü bireysel ve toplumsal deneyimlerden alır, yarattığı ürünlerle kuşaklararası bir bellek yaratır. Geçmişten günümüze sevilerek okunan roman kitapları, üzerinde tartışılan, eleştirilen ve hatta tezlere konu olan başyapıtlar bir hayli fazladır. Dünya ve Türk Edebiyatı’nın zenginliği içinde en iyi romanlar listesi kişisel bakış açılarına göre farklılık gösterse de bazı klasikler var ki bu listenin baştacı olmayı bir takım özellikleri ile hak İyi Romanlar ListesiEdebiyatın baştacı sayılacak okunması gereken en iyi roman kitapları listesi sizler için özenerek hazırladık. Aşağıda bulunan güzel romanlar bizim sizlere değerli vaktinizi harcayarak mutlaka okunması gerektiği düşündüğümüz roman Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin AliKürk Mantolu Madonna adlı eseri Türk klasik kitaplarından biridir. Konusu ise psikolojik yanlarıyla anlatılmış tutkulu aşk hikâyesidir. Okuyucuya iki hikâye olarak aktarılmıştır ana karakterlerden Rasim’in Rauf Efendi ile tanışması ve iş bulması anlatılıyor. Bu hikâye Rasim’in ağzından anlatılıyor. İkincisinde ise Raif Efendi’nin kimselere söylemediği ve sır gibi sakladığı bir aşk hikâyesi Küçük Prens – Antoine de Saint-ExupéryKüçük Prens bir hikaye kitabından çok hayatının ortalarına gelmiş fakat yaşamdan istediği enerjiyi, sevgiyi ve ilgiyi alamamış insanların duygularına tercüman olan bir fakat içinde bir yerde hep minik bir yüreğin barındırdığı hevesleri taşıyan bedenlerin hikayesi bu. Ölmeden önce mutlaka okunması gereken kitaplardan biri Küçük Prens .3. Şeker Portakalı – Jose Mauro de VasconcelosBeş yaşında, yaramaz bir çocuğun içsel dünyasını yeni taşındıkları evin avlusuna dikilen bir şeker portakalı fidanı ile kurduğu arkadaşlık üzerinden yansıtan roman, dünya edebiyatının modern klasikleri Portakalı romanında mahallenin çocukları ile birlikte hareket halindeki arabaların arkalarına asılarak oyun oynadıkları bir gün Portekizli olarak tanınan Portuga’dan dayak yemesi, hayatında bir dönüm noktası olacaktır. Zeze’nin Portuga ile olan ilişkisi çocuğun yetiştirilme ve sosyal-duygusal gelişimi açısından da kayda değer öğeler Hayvan Çiftliği – George OrwellKitabın ana karakterleri bir çiftlikte bir arada yaşayan çeşitli hayvanlardır. Yaşadıkları olaylardan sonra insanların yönetimine son vermek isterler. Eşitlikçi bir topluluk yaratmak için başkaldırıp çiftliğin yönetiminin başına akıllı hayvanlar domuzlardır ve lider bir takım kurarlar. Ancak yine de eşitlikçi bir toplum olmaz ve diktatörlük oluştururlar. Yazar bu kitapta tarihsel gerçekleri kurgusal olarak eleştirmektedir. Her hayvan, gerçek hayattaki önemli bir siyasetçiyi temsil Simyacı – Paulo CoelhoEndülüslü çoban Santiago’nun masalsı hikâyesi anlatılmaktadır. İspanya’dan yola çıkan Santiago, Mısır Çöllerine doğru gitmektedir. Diğer karakter Bilge Kral ise Santiago’ya ruhani yolculuğunda yardım karakter ise macera seven ve zeki bir İngiliz’dir. 16 yaşında gezgin olmak için evden ayrılan Santiago’nun bu yolculuğunda karşılaştığı olaylar ve kişiler felsefi şekilde Uçurtma Avcısı – Khaled HosseiniKhaled Hosseini’nin çıtayı en tepeye çıkardığı, okurken ağlatan, ağlatırken düşündüren bir romanıdır. Sovyet işgalini, Taliban’ın yaptığı kıyımları çok etkileyici bir dille gözler önüne seriyor.“İnsanım” diyen herkesin kendine bir parça bulabileceği bir Suç ve Ceza – DostoyevskiSuç ve Ceza romanı konusunu Petesburglu yoksul bir öğrenci olan Raskalnikov’un tefeci bir kadını ahlak ilkelerine göre bireysel olarak yargılayıp öldürmesinden alır. Raskalnikov, para için insanların acziyetini kullanan tefeci kadını cezalandırırken hiç hesaba katmadığı halde olaya tanık olan tefeci kadının masum kız kardeşini de öldürmek zorunda kalmış ve bu sebeple hayatı boyunca vicdan azabına mahkum unutulmaz kahramanı Raskalnikov’un masum bir insanı öldürmesi nedeniyle yaşadığı psikolojik gerilimi, çok ince biçimde işler ve tüm suçların evrensel cezası olarak vicdan azabını karşımıza 1984 – George OrwellTeknolojinin bireyselleşmenin önüne geçtiği ve otoritenin mutlak bir güç halini aldığı distopyada Büyük Birader Partisi üyesi Winston, Julie’ ye aşık olarak partinin yasağını çiğner ve olayın ortaya çıkmasıyla işkenceye maruz bireylerin dünyasında nelere yol açabileceği ve toplumsal sınırları nasıl ortadan kaldırabileceği, karşı koyamayan, itiraz edemeyen bireyleri ne kadar kolay bir robot haline getirebileceği üzerine çarpıcı bir kült eser…9. Kuyucaklı Yusuf – Sabahattin AliYusuf, 9 yaşındayken anne ve babası gözleri önünde öldürülür, olayı soruşturan kaymakam tarafından evlat Selahattin Bey’in eşi Şahinde Yusuf’u kabullenemez. Evin kızı Muazzez ise Yusuf’ un hayatının merkezi Ali’ nin cezaevi yıllarında tanıştığı Yusuf adlı bir gencin yaşamından esinlenerek kaleme aldığı Kuyucaklı Yusuf, romantik edebiyatın baskın olduğu ancak yazarın toplumsal eleştiri geleneğini de sürdürerek özellikle sınıfsal çatışmaları eleştirdiği önemli bir İçimizdeki Şeytan – Sabahattin AliTürk klasiklerinden olan İçimizdeki Şeytan adlı romanın konusu bir aşk hikâyesidir. Ana karakterler Macide ve Ömer adlı iki gençtir. Ömer kendini sürekli sorgulayan, başarısız ve sorunlara çözüm bulmak isteyen bir karakterdir. Bu sorunların ise içindeki şeytandan kaynaklığını düşünmektedir. İkilinin birbiriyle yaşadıkları sorunlar ve hayatta karşılaştıkları zorluklar gerçekçi bir şekilde Serenad – Zülfü LivaneliHüzünlü bir aşk hikayesi ile yakın tarihin harmanlanması ile oluşmuş harikulade bir eser. Kitabı okudukça aslında yakın tarihin 60-70 yıl kadar öncesini bile bilmemek, araştırmadan ne kadar uzak olduğumuzu gözler önüne serecektir. Acı ama gerçekler tokat gibi yüzünüze vuracaktır. Gerek anlatım diliyle gerek bilgi dolu oluşu ile Serenad, hangi yaşta olursa olsun her insanın okuması gereken kitaplardan Fareler ve İnsanlar – John SteinbeckAmerikalı gerçekçi yazar John Steinbck eserlerinden çoğunlukla işçi yaşamını ve toplumsal sorunları dile getiriyor. Fareler ve insanlar kitabında birbirine zıt iki karekterdeki mevsimlik tarım işcisinin, zeki George Milton ve onun güçlü kuvvetli ama akli dengesi bozuk yoldaşı Lennie Small’un öyküsünü yumuşak şeylere dokunmayı seven, akli dengesi bozuk bir karekter. Dokunduğu yumuşak şeyleri gücünün farkında olmadığı için öldürüyor. Buna farelerde dahil. Aslında kitabın temeli Lennie’nin bu istenmeyen özelliği üzerine kurulmuş. Irkçılığın, engelliliğin insanı olumsuz durumlarda bıraktığını aynı zaman da içinden çıkılamaz bir çaresizliğe sürüklediği açık bir şekilde gözler önüne Bin Muhteşem Güneş – Khaled HosseiniMeryem evlilik dışı bir ilişkiden doğan ve babası tarafından itilen bir kızdır. Annesi yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle intihar eder. Babasının evine mecburen sığınır, ancak babası hayatı boyunca hep itmiştir, yine aynı şekilde Meryem’i istemez ve onu kendisinden yaşça büyük bir adamla adam Raşit’in çocuğunu düşürünce, kocası ona kötü davranmaya başlar. Meryem’in komşusu olan Leyla’nın ailesi ise Afganistan’da yaşamaktadır. Devam eden savaşta ailesini kaybedince mecburen Meryem’in evinde yaşar. Oysa Meryem’in kocası Raşit, Leyla’ya göz sevgilisi Tarık’tan hamile kalmıştır, bu halde durumunu Raşit’ten gizleyerek onunla evlenir. Leyla kısa bir süre sonra sevgilisinden olan kızı Azize’yi kucağına alır. İleride de Raşit’ten oğlu Zalmay doğacaktır. Zaman içinde evde olan kavgalarda, Leyla’nın dövülmesine dayanamayan Meryem kocası Raşit’i ilerleyen zamanda Leyla’nın çocuklarını da alarak sevgilisi Tarık ile kaçmasına yardım edecektir. Meryem, şeriat kurallarının hâkim olduğu yerde yaşadığından, kocasını öldürmek suçundan Taliban tarafından idam Martin Eden – Jack LondonDenizci Martin, çapkın, çalışmayı sevmeyen biridir. Sıklıkla meyhaneye gider, çete kavgalarına karışır. Bu çete kavgalarından birinde varlıklı biri olan Arthur’un hayatını kurtarır. Arthur, günün birinde denizci Martin’i evine davet Arthur’un kızkardeşi Ruth ile tanışır ve O’na âşık olur. Ruth’u elde etmenin tek yolunun kültürlü ve eğitimli olmaktan geçeceğini anlar, kendini eğitmeye karar verir. Ruth da Martin’e dersler vermekte ve onun gelişimine yardımcı güne gelişmekle beraber, yeni çevresindeki insanların anlayabileceği konuşma biçimini öğrenememiştir. Her geçen gün daha da gelişen, kültür düzeyi yükselen Martin, Ruth’u çok sevmesine ramen; Ruth Marti’i çok başarısız yeni çevresindeki insanları daha yakından incelemeye başlamıştır. İyi üniversitelerde okuyan, çok kitap okumuş bu kişilerin hayatı özümseyemediklerini fark etmiş, basmakalıp hayat yaşadıklarının farkına Olasılıksız – Adam FawerDavid Caine üniversitede olasılık dersleri vermektedir. Bir gün ders anlatırken koku duyar ve bayırlı, ileriki günlerde yine kokular hissederek bayılır, sonuçta hastaneye doktor, tedavisi olmayan Temporal lob epilepsisi hastalığına yakalandığını söyler. David Caine paraya ihtiyacı olduğu için korkarak da olsa, doktorların üzerinde çalıştığı ilaç için kobay olmayı kabul olarak ilaçları denemesiyle birlikte, olasılıkların hepsini önceden görmeye başlar. David Caine, tesadüfen tanıştığı kişiler nedeniyle bir anda CIA’nın takip ettiği kişi haline gelir. Karmaşık olayların içinde yeni yeteneğini kullanmayı devreye sokacak, kendisiyle birlikte hareket eden Nava, Tversky, Forsythe’nin de hayatını Yeraltından Notlar – Fyodor Mihayloviç DostoyevskiRomanın kahramanı 40’lı yaşlarda ve kendisini içine kapatmış, toplumdan soyutlamış bir kişiliktir. Toplumun dışında yaşadığı için kendisine çok kızmaktadır, ruh hali arkadaşlarıyla rahatlıkla iletişim kurmasına izin kişilerle ve karşı cinslerle olan tüm iletişim çabasına rağmen, bir türlü iletişim kurmayı beceremez. Çoğunlukla isyankâr ve kızgın tavrı umutlarla başlayan flört döneminin sonlanmasına da neden Yabancı – Albert CamusHayata karşı bu umarsız kahramanın çıkarıldığı mahkemedeki kayıtsız tutumları, işlediği cinayetten çok davranışları ile jürinin dikkatini çekmesine sebep sürecinde saçma felsefesi çizgisinde hayatın anlamını sorgulayan ve hiçliği bulan Meursault, dünya, edebiyatının en unutulmaz kahramanları arasındaki yerini de Çalıkuşu – Reşat Nuri GüntekinKitap genel olarak başkarakterinin küçüklüğünden beri defterine yazdığı günlük olarak ilerlemektedir. Reşat Nuri Güntekin kitabı genel itibariyle aşk romanı olarak gözükse de aslında Anadolu’nun yoksulluğu, geri kalmışlığı, bakımsızlığı gibi konuları işleyerek Anadolu’nun hayatını Çalıkuşu oluşundan İpekböceği oluşuna, İpekböceği oluşundan Gülbeşeker oluşuna şahit oluyoruz. Teyzesinin oğlu ile nişanlıyken gizemli bir kadının gelmesi ve nişanlısı olan Kamran’nın başka diyarlarda başka kadından hoşlandığı öğrenince İstanbul’dan ayrılıyor ve geçimini sağlamak için öğretmen olarak Anadolu’ya her gittiği yerde dedikodu ve kendisine atılan ithamlardan dolayı her seferinde yer değiştirmek zorunda kalıyor. Normal bir insanın bile dayanamayacağı güçlüklerle baş etmek zorunda kalan Çalıkuşu bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışıyor. Aşkını ne kadar içine gömmeye çalışsa da Tutunamayanlar – Oğuz AtayKitabın en büyük katkısı ise herkesin bir Olric’e sahip olduğunu bize öğretmesi. Giderek yalnızlaştığımızı yüzümüze şiddetle çarpan bu eserde kahramanımız Turgut Özben yalnızlığını Olric’le aynı zamanda bize dost olarak hissettiğimiz birinin ölümünden sonra hissedilebilecek duyguları çok güzel Olağanüstü Bir Gece Stefan ZweigOlağanüstü Bir Gece adlı kısa hikâyenin konusu burjuva sınıfından olan bir adamın karakterinin değişmesidir. Ana karakter olan Baron Fredrich’in gerçek hayatta yaşadıklarından esinlenerek kaleme alınmıştır. Kitabında adından da anlaşılacağı üzere olağanüstü bir geceyi anlatmaktadır. Baron’un hayatındaki bu değişim sadece 6 saatlik bir zaman diliminde meydana gelmiştir. Okura ise bu sürede Baron’unun neler yaşadığı ve neden hayatını etkileyecek bir karar aldığı Sefiller – Victor HugoJan Valjean, kızkardeşinin çocukları için bir somun ekmek çalar ve sadece bunun için 5 yıl kürek cezasına çarptırılır. Kaçma girişimi sonucunda cezası 19 yıla çıkarılmış, ceza çektiği yıllar içerisinde de topluma olan kini iyice artmıştır. Cezası bittiğinde gittiği kasabada piskopos ile tanışır. Yıllarca ruhunun aldığı yaralar, adamın kendisine karşı davranışları sonucunda iyileşmeye başlar. Jan Valjean, piskoposun güzel davranışları sonucunda erdem sahibi olur. Ucuz mücevher imalatçılığı yapmaya başlayacak ve çok zengin olacaktır, ardından yerleştiği kasabanın belediye başkanı müfettişi Javert, Jan Valjean’in davranışlarını kuşkulu bularak onun geçmişini araştırmaya karar verir. İz sürmeler onun hapse girmesine neden olacaktır. Bir dönem hapishanede yattıktan sonra kaçmayı başarır. Önceden tanıdığı ancak hayatta olmayan bir fahişe olan Fantina’nın kızı Cosette’i bulur. Cosette ile birlikte manastıra yerleşir ve manastırın bahçıvanlık işini üstlenir. Böyle bir yaşam içinde Polis müfettişi Javert’den kurtulmuş gün geçtikçe serpilen, güzelleşen bir kız olmaktadır. Babası subay olan, dedesi çok zengin olan Marius’a Maryüs aşık olacaktır. Valjean, Cosette’in aşık olduğunu ve Marius ile evlenmek istediğini anlayacaktır. Paris’te günün birinde kanlı bir ayaklanma ayaklanmada Polis müfettişi Javert ile Valjean karşılaşırlar; ancak zaman içinde Javert, bir mahkumun kanunlara saygı içinde yaşayan bir vatandaştan daha iyi olduğunu anlamıştır. O nedenle Valjean’i tutuklamaz. Paris’teki bu ayaklanmada Marius çok ağır yaralanmıştır; Valjean onu kurtarmayı kendisini kurtaran bu kişinin Valjean olduğunu yıllar sonra öğrenecektir. Cosette ve Marius yıllar sonra evlenirler. Valjean de hastalanarak yatağa düşer ve bir süre sonra Huzursuzluk – Zülfü LivaneliSuriye’de yerleşik Ezidi halkına Işid tarafından uygulanan zulmü anlatmaktadır. İbrahim ve Hüseyin çocukluktan arkadaştırlar. Hüseyin’in ani ölüm haberini alan İbrahim, Mardin’e gider. Onun ölümünü araştırdıkça, Ezidi kızı Meleknaz’a olan aşkını ve sonrasında ölümüne neden olan gizemli olayları olayların gizemini çözmeye çalıştıkça yol Amerika’ya uzanır. Kitapta, insanın yaşadığı coğrafyanın kadere olan etkilerini, kimi yerlerde doğal karşılanan inançların dünyanın farklı yerlerinde sapkınlık olabileceğini Körlük – José SaramagoDistopik olan hikâye adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir şehrinde geçmektedir. İsmi bilinmeyen ana karakter, arabasında trafik ışığını yeşil olmasını beklerken bir anda kör olur. Ancak bu körlük karanlık değil aksine yer bembeyazdır. Ardından tüm şehir ve hatta tüm ülke kör olur. Ülkede yönetim ve düzen kaybolur. Tüm kör insanlar karantinaya alınır. Sonrasında ise bu insanların koyulduğu akıl hastanesinde verdiği mücadeleler yer Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat – Stefan ZweigBilinmeyen Bir Kadının Mektubu isimli uzun hikâyenin ana kahramanı, bu uzun mektubu yazan bir kadın. Ana kahramanın yazdığı mektup, çocukluğundan beri âşık olduğu ve sevdiği adam için bu adamın ismi mektupta geçmez ve gönderen kısmı yoktur. Hikâyede karşılıklı bir aşk söz konusu değildir. Kadının adama çocukluğundan beri besleyip büyüttüğü tek taraflı bir aşk söz Beyaz Zambaklar Ülkesi – Grigory PetrovDünya klasiklerinden olan kült bir eserdir. Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı roman Finlandiya ülkesini konu almaktadır. Finlandiya bataklık ve kayalık roman Finlandiya halkının hem köylüsü hem okumuşu hem askeri kısaca tüm vatandaşlarının ülkesine sahip çıkışını anlatıyor. Din adamları ve öğretmenlerin bile dâhil olduğu bir mücadele söz konusu. Bu mücadelede tüm halkın el ele verip ülkelerini kalkındırma çabaları ve yaptıkları fedakârlıklar yer alıyor.
Anna Karenina, Kırmızı ve Siyah, Jane Eyre başta olmak üzere Dünya Edebiyatı’nda iz bırakmış en güzel aşk romanlarını derledik. Bu listeyi 15 ile sınırlı tuttuğumuz için listeye alamadığımız kitapları yorumlarda yazabilir, yazımızı beğendiyseniz sosyal medya üzerinden paylaşabilirsiniz. 1. Anna Karenina – Lev Tolstoy Aşkı yüzlerce yazar anlatmıştır ama Anna Karenina gibi destansı olanı yoktur. Anna Karenina, 19. yüzyıldaki Rus aristokrasisinde yaşanan bir yasak aşk hikayesi. Henri Troyat, kaleme aldığı Tolstoy biyografisinde şöyle diyor “Bir yıl önce onu derinden etkileyen bir olayı anımsadı. Komşusu ve aynı zamanda da arkadaşı olan Bibikov, Anna Stepanovna Pirogova adlı bir kadınla yaşıyordu. Uzun boylu, geniş yüzlü bu kadın, onun metresiydi. Adam, onu pek umursamıyordu. Hatta başka biriyle evlenme planları yapıyordu. Onun bu ihanetini öğrenen Anna, sadece birkaç eşyasını alıp kaçtı. Ve ardından kendini trenlerin altına attığı haberi geldi. Ölmeden önce Bibikov’a bir de mesaj göndermişti. Özetle “Katilim sensin” diyordu. 1872’de yaşanan bu olayı Tolstoy yakından takip etmişti. İntihar edilen tren istasyonunda polisle birlikte incelemeler yapıp cesedi gördüğünde bu zavallı kadının yaşadıklarını hayal etmişti.” “Vronski’nin yüzü aydınlandı. — Benim için dünyada her şeyin, yaşamın kendisinin bile siz olduğunuzu bilmiyor gibi konuşuyorsunuz. Ama huzur nedir bilmem ben, veremem de onu size. Kendimi, aşkımı istiyorsanız veririm… Sizinle kendimi ayrı düşünemiyorum. Benim için siz ve ben tek kişiyiz. Gelecekte sizin için de benim için de huzurun olanaksız bir şey olduğunu görüyorum. Umutsuzluk, yalnız umutsuzluk görüyorum… ya da şöyle diyeyim, mutluluk görüyorum; ama ne mutluluk bu… Olanaksız bir şey mi sanki. Vronski son cümlesini fısıldayarak söylemişti; ama Anna duymuştu. Anna aklının tüm gücünü gerekeni söylemeye yöneltmişti. Ama bir şey söylemedi sevgi dolu bakışını Vronski’nin gözlerinin içine dikti. Vronski heyecanla, “İşte o!” diye geçirdi içinden. Umudumu kestiğim, bunun bir sonucunun olmayacağını sandığım anda işte o! Seviyor beni. İtiraf ediyor. Anna — Öyleyse benim için yap bunu, dedi. Böyle şeylerden hiç söz etmeyin bana, iki iyi dost olalım. Ama bakışı bambaşka şeyler söylüyordu. Vronski — Dost olamayız, bunu siz de biliyorsunuz, dedi. Ama dünyanın en mutlu ya da en mutsuz iki insanı olmamız sizin elinizde. Anna bir şey söylemeye hazırlandı; ama Vronski fırsat vermedi konuşmasına — Yalnız bir şey istiyorum sizden. Şimdiki gibi umut beslemek, acı çekmek hakkını tanıyın bana. Ama bu olmayacak bir şeyse gözünüze görünmememi emredin, görünmeyeyim. Varlığım sizi sıkıyorsa, bir daha görmeyeceksiniz beni. — Sizi kovmayı aklımın ucundan geçirmedim. Vronski titrek bir sesle — Yalnız bir şeyi değiştirmeyin, dedi. Bırakın her şey olduğu gibi kalsın. İşte kocanız geldi.” 2. Günlerin Köpüğü – Boris Vian Boris Vian’ın kaleme aldığı Günlerin Köpüğü yozlaşmış ilişkiler içinde yaşanan bir aşkı konu alır. Eserin özel bir dili vardır, okura sunduğu dünya fantastik, büyülü ve masalımsı bir dünyadır. Yazar hayalle gerçeği öyle bir harmanlar ki… Mesela bir kadının göğsünde nilüfer çiçeği açtırır. Vian’ın Günlerin Köpüğü kitabını iki günde yazdığı söylenir. Yaşanmış bir olayı anlattığını ise kitabın önsözünde anlatır. Yazıldığı zaman pek beğenilmemiş aslında. Vian gençlik yıllarında alışıldık yazar görünümünden farklıdır. Her gece partiler, konserler organize eden, kitaplardan çok kendini caz müziğine adamış bir figür Vian. Bu partilerden birinde ileride karısı Michelle’i elinden alacak filozof Jean-Paul Sartre’la tanışıyor. “– Valla… dedi Chick, ona Jean-Sol Partre’ı sevip sevmediğini sordum, o da bana kitaplarının koleksiyonunu yaptığını söyledi… Ben de ona “Ben de” dedim. – Bundan sonra ona ne söylediysem o her keresinde bana “Ben de” diye cevap veriyordu… Ben de öyle yapmaya başladım… Sonra, sonunda, varoluşçu bir deney yapmak için ona “Sizi çok seviyorum” dedim. O da “Nee?!!” dedi. “Böylece deney de suya düştü” dedi Colin. – Evet, dedi Chick. Ama gene de hemen gitmedi. O zaman “Ben bu taraftan gidiyorum” dedim. O ise “Ben o taraftan gitmiyorum” dedi ve sonra ekledi – Ben bu taraftan gidiyorum. – Harika bir şey bu, diye niteledi Colin. O zaman da ben “Ben de” dedim. Bundan sonra o nereye gitse ben de oraya… – Peki nasıl bitti bu hikaye? dedi Colin. – Valla… dedi Chick. Yatma saati gelmişti…” 3. Kırmızı ve Siyah – Marie-Henri Beyle Stendhal Stendhal, dünya aşk edebiyatının en önemli klasiklerinden biri olan Kırmızı ve Siyah’ın konusunu gazetede çıkan bir yargılama haberinden almıştır. Kırmızı ve Siyah’ta, Julien Sorel ile Madame de Renal’in aşkı, tutkulu aşklara güzel bir örnektir. Kırmızı ve Siyah, bir aşkın, gittikçe büyüyen bir aşkın hikâyesidir. Korkuları, duraksamaları, ateşli tutkusuyla, usta elinden çıkmıştır. “Oysa zavallı kadın, daha o uğursuz gün, kendi kendine bile itiraf etmeden deli gibi sevdiği adamın bir başkasına gönül verdiğini öğrenmişti! Julien’in bütün yokluğunda, kendisini kara kara düşündüren sonsuz bir acı ile kıvranmıştı. İçinden “Nasıl, seviyorum demek, diyordu, aşka düştüm ha! Ben, ben evli barklı kadın, aşık olacağım ha! Öyle ama, diyordu, düşüncemi Julien’den ayırmama imkan vermeyen bu gamlı çılgınlığı, ben hiç kocama karşı duymadım. Aslında bana saygı duyan bir çocuk o olup olacağı! Geçip gider bu çılgınlık. Bu delikanlıya karşı beslediğim duygulardan kocama ne? Renal benim Julien’le, havadan sudan sözlerle yaptığım konuşmalardan sıkılmış olur. O, kendi işlerini düşünür. Julien’e vermek için onu hiçbir şeyden yoksun bırakmıyorum ki.” Bugüne dek duymadığı bir tutku uğruna yolunu şaşıran, bu temiz ruhun paklığını hiçbir ikiyüzlülük bozmaya kalkmıyordu. Yanılmış, ama bilmeye bilmeye yanılmıştı, oysa bir erdem içgüdüsü ürpermişti. Julien bahçede görünür görünmez aklını başından alan savaşlar bunlardı işte. Konuştuğunu duydu, hemen o anda da yanlarına oturduğunu gördü. Ruhu on beş gündür kendisini büyülemekten çok şaşırtan bu mutlulukla göklere ermişti sanki. Onun için her şey önceden düşünülmemiş şeydi. Ama birkaç dakika sonra, içinden “Demek, diyordu, bütün kabahatlerini unutmak için Julien’in burada olması yetiyor?” Korkmuştu; elini çekmesi de bu anda oldu işte. Kadıncağızın hiç şimdiye dek böylesini görmediği, tutkulu öpücükler, ona birden delikanlının bir başka kadını sevdiğini bile unutturdu. Biraz sonra delikanlı onun gözlerinde artık suçlu değildi.” 4. Vadideki Zambak – Honoré de Balzac Vadideki Zambak yazarın en verimli zamanlarından birine denk gelen başyapıtlarından biridir. Vadideki Zambak için imkansız bir aşkın ve ıstırabın romanıdır demek yanlış olmaz. Romantik pasajların yanı sıra felsefe, din ve tabiat da yoğun oranda işlenmiştir. Balzac, ıstırabı her açıdan incelerken karakterlerle beraber okuyucuyu da kitapta zaman zaman ikilem içerisinde bırakmıştır. Şehvetli aşk mı kazanmalıdır, kutsal aşk mı? Vücudun sevgilisi mi galip gelmelidir, ruhun sevgilisi mi? “Onu yatıştırmak, artık bir daha hiç üzmeyeceğimi, yirmi yaşımda olduğum halde onu yaşlı kimseler son çocuklarını nasıl severlerse öyle seveceğime söz vermek zorunda kaldım. Ertesi gün erkenden geldim. Gri salonundaki vazolarda çiçek kalmamıştı. Hemen kırlara, bağlara seğirttim, çiçekler topladım, iki demet yaptım ona; bu çiçekleri hem teker teker koparıyor, hem de hayran hayran bakarak renklerle yapraklar arasında bir uyum bulunduğunu, musiki parçalarının seven ve sevilen kalplerde sayısız anılar uyandırması gibi, insanın gözlerini kamaştırarak insanın kafasında beliren şiirler olduğunu düşünüyordum. Renk denilen şey ışığın düzene girmiş bir biçimiyse, havadaki uyumların bir anlamı olduğu gibi onun da kendine özgü birtakım anlamları niçin bulunmasın, diyordum. Jacques’la Madeleine’in yardımıyla, üçümüz de sevgilimize güzel bir sürpriz hazırladığımız için mutlu bir halde, çiçeklerimizin genel karargahını kurduğumuz son merdiven basamaklarında duygularımı belirtecek şekilde iki demet yaptım. İki vazodan taşarak çıkan, dalga dalga dağılan, ortasından da beyaz güller, gümüş kapalı zambaklar halinde dilediklerimin fışkırdığı bir çiçek kaynağı düşünün. Bu taze örtü üstünde peygamber çiçekleri, engerek otları, sevda çiçekleri, nüanslarını göğün maviliğinden alan ve beyaz renkle pek güzel bir uyum tutturan türlü türlü çiçekler parlıyordu; iki çeşit masumiyet yok muydu burada? Hiçbir şey bilmeyen masumiyetle, her şeyi bilen masumiyet; çocuğun düşüncesi ile kurbanın düşüncesi.” 5. Muhteşem Gatsby – F. Scott Fitzgerald Yirminci yüzyılın en büyük Amerikan yazarlarından Fitzgerald, Muhteşem Gatsby’de saplantılı bir aşkı anlatır. Yoksul bir gençken aşık olduğu zengin kızı Daisy’ye sahip olabilmek için zengin olan, Jay Gatsby’nin saplantılı dünyasına götürür bizi. Yıllar geçmiş, Daisy evlenmiş, bir çocuğu olmuştur, ama tutkusundan vazgeçmemiştir. Devreye giren aracı kuzen Nick’in de yardımıyla sevdiğine kavuşur gibi olur. Servetiyle gözünü boyamayı başarır Daisy’nin. Fakat Daisy’nin kocası Tom ve onun alt sınıftan sevgilisi Myrtle’ın da işin içine dahil olmasıyla, aşk denen şeyin yerini başka şey alır. “Anlayışla gülümsedi, yok anlayışlı bir tebessümden çok daha fazlasıydı. Ömrün boyunca taş çatlasın dört ya da beş kez karşına çıkabilecek, şu sonsuz bir güven telkin eden, nadir gülümsemelerdendi. Ebedi ve ezeli dünyanın tamamıyla bir anlığına yüzleştikten ya da yüzleşmiş gibi göründükten sonra, sizin lehinizdeki karşı konulmaz bir ön yargıyla size odaklanmıştı sanki. Sizi tam da anlaşılmak istediğiniz gibi anlıyor, size, kendinize inanmak istediğiniz şekilde inanıyor ve sizden tıpatıp vermek istediğiniz, vermeyi umduğunuz izlenimi edindiğini belirterek, içinizi rahatlatıyordu. Tam bu noktada gülümseme kayboldu kendimi otuzu yeni devirmiş, genç, kibar, konuşmasındaki tumturaklı resmiyet gülünçlüğün kıyısından son anda dönen,tuttuğunu koparan bir sonradan görmeye bakarken buldum.” 6. Swann’ın Bir Aşkı – Marcel Proust Fransız edebiyatçı Marcel Proust’un yaklaşık 17 yılda yazdığı, yedi ciltten oluşan dev eseri Kayıp Zamanın İzinde, otobiyografik bir yapıttır. Ve kuşkusuz her yönüyle okunması oldukça zor bir kitap. Bilinç akışı tekniğiyle yazılan eserde varoluşsal bir hesaplaşma ve keşif yolculuğu söz konusudur. Bu yolculuk aşk, politika, alışkanlık, kıskançlık, eşcinsellik, aristokratik gelenekler, burjuva dünyası gibi çok katmanlı öğelerle donatılmıştır. İlk cildi olan Swann’ların Tarafında’nın içinde olan bu bölüm Swann’ın Bir Aşkı olarak Tahsin Yücel çevirisiyle kitaplaştırılmıştır. Proust’un “Mutlu olan kişi aşık değil demektir” sözüyle paralel düşünürsek, kitap sosyete çevrelerine girip çıkan Swann’ın güzel fahişe Odette’e duyduğu aşk yüzünden edebiyat, sanatla ilgilenen entellektüel Swann’nın hayatının alt üst olmasını anlatır. Karşılıksız bir aşktır bu. Kitapla ilgili olarak Proust’un muhteşem tasvirlerini de unutmamak gerek. “Dönüş yolunda, aynı kendisine göre yer değiştirmiş ve neredeyse ufka yaklaşmış olduğunu fark eder, aşkının da birtakım değişmez tabiat kanunlarına tabi olduğunu sezinler ve girmiş olduğu bu kısa dönemin uzun sürüp sürmeyeceğini, o aziz çehrenin, bir süre sonra zihnine uzaklaşmış, küçülmüş görünüp görünmeyeceğini, etrafa yaydığı büyü neredeyse tükenmiş gibi gelip gelmeyeceğini merak ederdi. Çünkü Swann, aşık olduğundan beri, tıpkı ilk gençliğinde, kendini sanatçı zannettiği zamanlarda olduğu gibi, çeşitli şeylerde bir büyü bulmaktaydı; ama aynı büyü değildi bulduğu; şimdi bulduğu büyü, Odette’in nesnelere verdiği büyüden ibaretti. Havai bir hayatın dağıtıp savurduğu gençlik ilhamlarının, yeniden içinde filizlendiğini hissediyordu, ama bunların hepsi, belirli bir insanın yansımasını, damgasını taşıyorlardı; nekahat halindeki ruhuyla baş başa, evinde geçirmekten şimdi ince bir zevk aldığı uzun saatler boyunca, yavaş yavaş kendi benliğine kavuşuyordu, ama benliği bir başkasına aitti.” 7. Beyaz Geceler – Fyodor Dostoyevski Beyaz Geceler tam bir aşk hikayesidir. 8 yıldır St. Petersburg’da yaşayan yalnız, hayalperest ve ismini öğrenemediğimiz gencin yıllardır içinde yaşadığı yalnızlığı, hayallerini süsleyen aşkını bulduğunu sanması üzerine hayal dünyasından çıkarak gerçek hayata adım atmadaki aceleciğini kendi ağzından dinleriz. Orhan Pamuk kitabın önsözünde şöyle diyor “Beyaz Geceler, Dostoyevski’nin en özel, en ayrıksı kitabı. Burada bizi etkileyen şey kitabın ve kahramanlarının bu saflığından gelen hafiflik, bir çeşit çocuksu dürüstlük ve bizi yormayan melodramlardan alabileceğimiz bir mutluluk duygusu.” “Sakın beni hoppa, maymun iştahlı bir kız sanmayın. Öyle çabucak unutacak veya ihanet edecek biri değilim. Onu bütün bir sene boyunca sevdim. Ve Tanrı şahidimdir, bir kere olsun ona ihanet etmedim. Böyle bir şey aklımdan geçmemiştir. Oysa o bütün bunları küçümsedi, ayaklar altına aldı. Duygularımla alay etti. Madem öyle, güle güle!… Ama beni incittiğini, aşkımı hiçe saydığını da unutmasın! Hayır, artık onu sevmiyorum! Ben ancak anlayışlı, cömert, nazik bir insanı sevebilirim; çünkü kendim de öyle birisiyim, dolayısıyla o bana layık bir adam değil. Ama yine de kötülüğünü istemiyorum, bahtı açık olsun! Hem böylesi daha iyi oldu. Ne biçim bir insan olduğunu sonradan anlasaydım, iş işten geçmiş olacaktı… Her neyse, artık bu iş burada bitti! Ama şöyle düşünmekten de kendimi bir türlü alamıyorum Belki ona olan aşkım diyorum, bir hayalden ibaretti, çocuksu bir maceraperestlikti, belki de ninemin elinden kurtulmak için başvurduğum bir çarenin sonucuydu. Kim bilir, belki de ondan başka birisini sevmem için bir araçtı.” 8. Madame Bovary – Gustave Flaubert Yüzeysel burjuva hayatının yapay parıltısına kapılarak, sınıf atlama tutkusu ile kendi öz değerlerini yitirerek kendi çöküşünü hazırlayan Madame Bovary, pek çok yazara ilham kaynağı olmuştur. Madame Bovary, bir kasaba doktorunun karısı, romantik, hayalci ve mantıktan çok duyguları ile hareket eden bir kadındır. Bu bakımdan, romantizme bir tepki özelliği de taşımaktadır. Nabokov, Madame Bovary ile Anna Karenina’yı şöyle karşılaştırır “Karenina’nın doğrucu ve tutkulu doğası, kılık değiştirmeleri, gizli kapaklı işleri reddeder. Anna, Vronski’ye bütün yaşamını verir, sevgili küçük oğlundan ayrılmaya çocuğu görememekten duyacağı korkunç acıya karşın evet der ve önce ülke dışında, İtalya’da, sonra da onun Orta Rusya’daki kır evinde Vronski ile birlikte yaşar. Bu açık gönül serüveni ahlaktan nasibini almamış dost çevresinin gözünde ahlaksız olarak damgalanmasına yol açsa da yapar bunu. Oysa çocuğundan ayrılırken Emma’nın içi bile sızlamaz, o küçük hanım için çetrefil ahlaki sorunlar filan söz konusu değildir.” “…O muhteşem hayatı hayalinde canlandırmaya çalıştı. Tanışırlardı, sevişirlerdi! Onunla birlikte bütün Avrupa ülkelerinde, bütün yorgunluklarını ve gururunu paylaşarak, ona atılan çiçekleri toplayarak, kostümlerine kendi eliyle nakışlar yaparak, başkentten başkente dolaşırdı.… Emma’ya bir çılgınlık geldi. Tenor kendisine bakıyordu muhakkak! İnsan kılığına girmiş aşkmış gibi, kuvvetine sığınmak için koşup kollarına atılmak ve ona “Kaçır beni, götür beni, gidelim! İçimdeki bütün ateşler, bütün rüyalar senindir!” demek, haykırmak geldi içinden.” 9. Uğultulu Tepeler – Emily Brontë Emily Brontë’nin ilk ve tek kitabı 1847 yılında Ellis Bell takma adıyla yayınlandı. Emily Brontë bir sene sonra 30 yaşındayken hayata veda etti. Kitabın kötü, hırçın, acımasız, kaba karakteri Heatcliff’in çocukluk aşkı Catherine’e karşı beslediği saf aşkın, toplumsal bazı engellerle ne büyük acımasızlığa ve çevresine zarar veren, ihtiraslı bir aşka dönüştüğünü görürüz. Hikayeyi okura, hizmetçi Ellen Dean karakteri anlatır. Roman, hastalıklı bir aşkı, kötülüğün sebeplerini, bir insanın karakterine çocukluk anılarının etkilerinin ne denli büyük olabileceğini, ama her insanın kalbinde iyiliğin de belki bir miktar bulunabileceğini anlatır. “Ateşin kızıl alevleri onların güzel başlarını aydınlatıyor, bir çocuk hevesiyle capcanlı duran yüzlerini ortaya çıkarıyordu. Evet, biri yirmi üç, diğeri de on sekiz yaşındaydı fakat duyacakları, öğrenecekleri öyle çok şey vardı ki, ikisi de olgunluk çağının heyecansız ağırbaşlı düşüncelerinden o kadar uzaktılar ki, hala çocuk sayılırlardı. İkisi de başlarını kaldırıp Heathcliff’i gördüler. Siz belki fark etmemişsinizdir fakat ikisinin gözleri tıpkı birbirine benzer; bu gözler tıpkı Catherine Earnshaw’ın gözleridir. Zaten, bugün hayatta bulunan Catherine diğer Catherine’e ancak gözleri, alnının genişliği, bir de burun deliklerinin yüzüne gururlu bir ifade kazandıran özel kıvrılışıyla benzer. Hareton’da ise benzeyiş daha fazladır. Bu her zaman için böyledir ama, o sırada en çok onun benzeyişi dikkat çekiyordu. Çünkü Heathcliff’in duyguları tetikteydi, zihni de o kadar alışmadığı sorunlarla uğraşmaktan epeyce uyanmıştı.” 10. Kolera Günlerinde Aşk – Gabriel García Márquez Gabriel García Márquez, kitabında anlattığı aşkı, bulaşıcı bir hastalık olan kolera ile benzeştiriyor. Çünkü aşkın baş kahramanı Florentina Ariza, 13 yaşındaki Fermina Daza’yı ilk kez gördüğünde bakışlarındaki masumiyetten etkilenip tutkuyla bağlanıyor. Adeta kolera hastalığının belirtilerini gösteriyor. Çünkü koleranın ortalığı kasıp kavurduğu, toplu ölümlere yol açtığı günlerde geçiyor aşk. 53 yıl, 7 ay, 11 gün süren bu takıntı, bağımlılık halindeki tutku dolu aşk, yaşlılıklarına dek sürüyor. “Çılgın bir sevdalanma yılı oldu o yıl. İkisi de yalnız birbirlerini düşünerek, birbirlerini düşleyerek, kaygıyla birbirlerinin mektuplarını gözleyerek, aynı kaygıyla onları yanıtlayarak yaşadılar. O çılgınlık ilkbaharında, ne de ertesi yıl, birbirleriyle karşılıklı konuşma fırsatı bulamadılar. Dahası, birbirlerini ilk kez görüşlerinden yarım yüzyıl sonra Florentino Ariza’nın onu sonsuza değin seveceğini yinelediği ana değin, ne baş başa kalmak, ne de aşklarından söz etmek olanağını buldular. Ama ilk üç ay boyunca birbirlerine yazmadıkları tek bir gün bile geçmedi; bir an geldi ki günde iki kez yazdılar birbirlerine, öyle ki Escolastica Hala, yakmaya kendisinin yardım ettiği ateşin doymak bilmezliğinden korkuya kapıldı.” 11. Aşk ve Gurur – Jane Austen Klasik dönem romanları arasında önemli bir yere sahip olan Aşk ve Gurur, 18. yüzyılda İngiltere’de geçen unutulmaz bir aşk hikayesini konu alıyor. Orta halli bir ailenin zeki ve neşeli kızı ile kibirli ve mağrur olmasının yanı sıra son derece dürüst ve varlıklı genç bir adamın neredeyse nefretle başlayan ilişkilerinin büyük bir aşka dönüşünü anlatan bu kitapta, biri gururlu diğeri önyargılı iki insanın zaman ilerledikçe yanıldıklarına ve birbirlerine yaptıkları onca haksızlığın yalnızca aşkla telafi edilebileceğine okuyorsunuz. “Bundan daha derin bir sevgi görmedim desem yeridir; gözü kimseyi görmüyor gibiydi ve hep Jane ile ilgileniyordu. Her karşılaşmalarında bu daha kesin, daha göze çarpar bir durum alıyordu. Kendi verdiği baloda iki veya üç genç leydiyi dansa kaldırmayarak gücendirdi; iki kez de benim sözlerimi cevapsız bıraktı. Bunlardan güzel belirti olabilir mi? Etrafa aldırış etmemek, aşkın ta kendisi değil midir? … Acaba şiirin aşkı körelttiğini ilk kim keşfetti, merak ediyorum! “Ben de şiirin aşkın gıdası olduğunu düşünürdüm,” dedi Darcy. “Bahsettiğimiz, ayakları yere basan, sağlam, güçlü bir aşksa, evet. Zaten güçlü bir aşkı her şey besler. Ama söz konusu geçici, basit bir sevdaysa, eminim tek bir güzel şiir onu yok etmeye yeter.” 12. Doktor Jivago – Boris Pasternak Doktor Jivago, Boris Pasternak’ın 1956 yılında yazdığı, Sovyetler Birliği’nde 80’li yıllara kadar yasaklı kalmış, ilk ve tek romanıdır. 1965 yılında David Lean tarafından sinemaya uyarlanmış ve beş dalda Oscar kazanmıştır. Roman, 1958 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Ancak Pasternak, yapılan baskılar sonucu ödülü geri çevirmek zorunda kaldı. Kitap, 1900’lerin başında, lise yaşlarındaki bir grup gencin ilk gençlik öyküleriyle başlar ve 1917 Ekim Devrimi ve sonrası ile 1929’a kadar uzayan siyasi toplumsal süreç Jivago’nun hayatı üzerinden verilir. Tabii Jivago ve Lara’nın aşkı.. Jivago ile Lara’nın aşkı öylesine güçlü ki onların aşkını bu kadar kuvvetli yapan ve okuyucunun ahlaksal sorunlara takılmadan onların aşkına kapılıp gitmesini sağlayan, hayatla olan ilişkileri, birbirleriyle örtüşen yaşam felsefeleri, koşulsuzca aşklarını yaşamaları… “Hele şu yaşamın değiştirileceği sözüyse çıldırtıyor beni. Bu tür sözler işitince perişan oluyorum. Yaşamı değiştirmek! Ne kadar iddialı bir söz. Oysa yaşamı zerre kadar anlamamış olan bir insan, ancak böyle bir laf edebilir. Bunlar yaşamın nasıl sürdüğünü, kalbinin nasıl çarptığını hissedemeyenlerdir. Onlar yaşamı kendileri tarafından işlenebilecek bir ham madde olarak görüyorlar. Düşünemiyorlar ki yaşam hiçbir zaman bir hammadde olmamıştır ve olamaz.” 13. Jane Eyre – Charlotte Brontë Tıpkı Jane Austen gibi, edebiyat tarihinin en ünlü ve en sevilen kadın yazarları arasında yer alan 19. yüzyıl İngiliz romancıları Charlotte Brontë, Emily Brontë, Anne Brontë kardeşler ve 170 yıldır hala tutkuyla okunuyorlar. Charlotte Brontë’nin kendi hayatından izler taşıyan eseri Jane Eyre, romantizm akımının en belirgin ve unutulmayan örneklerindendir. Zorlu bir çocukluk geçirdikten sonra öğretmen olan Jane Eyre, Bay Rochester’ın malikanesinde mürebbiye olarak göreve başlar. Zamanla Bay Rochester ile Jane Eyre yakınlaşırlar, ama evlenmelerinin önünde ciddi bir engel vardır Rochester’ın herkesten gizlenen akıl hastası eşi. “Yeniden yalnız kaldığım zaman, öğrendiğim şeyleri gözden geçirdim, kalbimin içine bakarak duygularımı, düşüncelerimi inceledim. Sonra, bunların arasından, hayalin sınırsız, yolsuz-izsiz boşluklarına doğru kaçmış olanlarını disiplinin eliyle tutmaya, sağduyunun emin yuvasına kapatmaya çalıştım. Kendi kurduğum mahkemede önce hatıra ifade verdi, o geceden anlattı. Sonra mantık ortaya çıktı hülyalara kendimi kaptırmış olduğumu da belirtti. Sonunda ben, kendi kendimin yargıcı olarak, şöyle hüküm verdim Yeryüzünde Jane Eyre’den daha büyük bir sersem yaşamamış, kendini tatlı yalanlarla kandırıp şerbetmiş gibi zehir yutan bu derece şahane bir budala asla görülmemiştir!” “Sana göre değil o. Sen kendine göre kişiler ara bul. Kalbinin, ruhunun, canının bütün gücüyle duyduğun bir aşkı böyle bir armağanı istemeyen, değerini bilmeyecek olan birine verme…İzzet-i nefs sahibi ol.” 14. Genç Werther’in Acıları – Johann Wolfgang von Goethe Goethe, Genç Werther’in Acıları’nı 25 yaşında yazarken, kısa bir süre önce Charlotte adlı genç bir kadınla yaşadığı mutsuz ilişkiden yola çıkmıştır. Edebiyat dünyasına, karşılıksız aşkıyla intihara sürüklenen romantik kahramanı armağan eden bu büyüleyici mektup-roman, şiirselliği ve yaşama tutkulu bakışıyla okuyucuları mıknatıs gibi kendine çekmiştir. Almanya’da bütün gençliği etkisi altına alan romanın, birçok intihara neden olduğu, Werther’in giydiği mavi frak, sarı yelek ve çizmelerin döneminde moda yarattığı, Napoléon’un bile kitabı sürekli yanında taşıdığı söylenir. Son derece duyarlı ve tutkulu bir genç ressam olan Werther’in, düşsel dostu Wilhelm’e yazdığı mektuplardan oluşan Genç Werther’in Acıları, edebiyatta akılcılığın yerini alan duygusallığın bir başyapıtıdır. “Ve bunu söyleyebilir miyim? Niçin olmasın, Wilhelm? Benimle daha mutlu olurdu işte! Albert ah, Lotte’ninki gibi bir yüreğin dileklerini yerine getirecek insan değildir. Belirli bir duyarlılık eksikliği, kastettiğim şey, bir kitabın belli bir yerinde, ah, Lotte’nin ve benim yüreğim aynı anda çarparken ya da Lotte ve ben aynı duyumsamaları dile getirirken, Albert bütün bunları yüreğinde paylaşamıyor işte. Herhangi berbat bir iş, ona değerli ve güzelim eşinden daha çekici geliyor. Mutluluğun değerini biliyor mu acaba? Ona yakışır ölçüde değer veriyor mu? Lotte benim için kutsal. Onun varlığında bütün arzularım susuyor. Bu nedir, sevgili arkadaşım! Kendimden korkuyorum! Onun için beslediğim sevgi, kutsal, arı ve kardeşçe bir sevgi değil mi? Ceza gerektiren bir arzulama duydum mu hiç ruhumda? Yemin etmek istemiyorum… Bunu söylemek beni ürpertiyor Bu gece, onu kollarımda sarıp sıkıca bağrıma bastım. Şimdi bu ateşli sevincimi yeniden canlandırdığımda bahtiyar olmam suç mu?” 15. İlk Aşk – İvan Turgenyev Turgenyev’in Çarlık Rusya’sında geçen İlk Aşk romanında etkileyici aşk öyküsünü dile getirirken, toplum yapısını ve toplumdaki değişimleri, aile içi ilişkileri, tutkuyu, karşılıksız aşkları ve hayal kırıklıklarını da okuyucuya sunar. Turgenyev’in bu uzun öyküsü, otobiyografik izler taşır. Roman kahramanı kendinden yaşça büyük bir kıza aşık olur ve kızın babasıyla ilişkisi olduğunu öğrenince artık bir aşk üçgeni oluşur. “- Benim ilk aşkım gerçekten hep dinlediğimiz sıradan aşk hikayelerine benzemez; dedi. – Daha iyi ya. Anlatın… İsteriz! diye atıldı ev sahibiyle Sergey Nikolayeviç. – Hay hay, memnuniyetle. Yalnız şöyle yapalım, anlatmayı pek beceremem ben. Ya kem küm eder ya da konuyu gevelerim, gereksiz ayrıntılara dalarım. Soğuk, yapmacık bir şey olur… İzin verirseniz, hatırımda kalanları bir deftere karalayıp başka bir gün okuyayım size. Bu başlangıçta diğer iki arkadaşın da hoşuna gitmedi, ama sonunda razı oldular. İki hafta sonra buluşacaklardı. Vladimir Petroviç de sözünde durdu, anılarını getirdi. Defterinde şunlar yazılıydı 1883 yılının ortalarıydı, henüz on altı yaşındaydım. Ailemle birlikte başkent yakınlarındaki Kaluga şehrinde kiraladığımız bir yazlıkta kalıyorduk. Bu arada ben üniversite sınavına hazırlanıyordum. Başıma buyruk biriydim, evde kimse benim işime karışmıyordu. Son maceram, Rusya’yı bir türlü sevemeyen, abuk subuk konuşan Fransızca öğretmenimle oldu. En sonunda ondan yakamı kurtarmayı başardım.” Kaynak Hece Aylık Edebiyat Dergisi, Yıl6 Sayı 65/66/67, Beyaz Geceler, Dostoyevski , Suzan Nur Başarslan, Madame Bovary, Gustave Flaubert – Dipnot Kitap
Kitaplar, sizin iç dünyanızı yansıtırken aynı zamanda duygularınızı daha iyi anlamanızı ve kendinizi tanımanızı da sağlar. Edebiyatın en duygusal türlerinden biri olan aşk kitapları sizi bazen sevindirirken bazen hüzünlendirebilir, olay örgüsü içerisinde kendinizi kaybetmenize ve zamanı unutmanıza neden olur. Duygular arasında gezinmenize yardımcı olan aşk roman kitapları sayesinde aşka olan inancınızı tazeleyebilir, kahramanlarla birlikte hayalinizdeki aşkı yaşayabilirsiniz. Aşk Romanlarının Özellikleri Nelerdir?Temel olarak kişilerin duygularını, düşüncelerini ve arzularını anlatan içeriklere sahip kitap türüdür. Bu türde şekillenen aşk romanlarında, duyguların yanında coşku da büyük öneme sahiptir. Edebiyatın vazgeçilmez konularından biri olan aşk kitapları, sadece bireysel konuları anlatabileceği gibi farklı sorunlar içerisinde biçimlenen aşkları da konu edinebilir. Sıklıkla aşk kitaplarına ruhsal sıkıntılar, romanın geçtiği dönemdeki toplumsal sorunlar ya da siyasal faktörlerin etkileri eşlik eder. Geniş çerçeve içerisinde ele alınarak işlenen bu romanlarda aşkın ve sevginin yanında pek çok duygu durumuna da şahit olabilirsiniz. Her yazarın aşk tanımı birbirinden farklıdır. Dünya üzerinde farklı yazarlara ait aşk kitaplarının her birinde yeni bir aşk tanımıyla karşılaşabilir, duygular arasında yolculuk yapabilirsiniz. Aşk teması altında kaleme alınan romanlar sadece aşkı anlatmayabilir. Aşkın yanında işlenen konulara bağlı olarak aşk roman kitapları, farklı türlere ayrılır. Böylelikle sevdiğiniz türlerle aşkı bir araya getirebilir, keyifli anlar yaşayabilirsiniz. Sürükleyici konularıyla nefes nefese okumanızı sağlayan aşk romanlarını elinizden düşüremeyebilirsiniz. Sevginin en doğal halini sunan aşk roman kitapları içerisinden sevdiğiniz konulara göre bir tercihte bulunabilir, romantik anların tadını çıkarabilirsiniz. Aşk Roman Türleri Nelerdir?Konusu aşk olan romanlar sadece çiftlerin birbirlerine duydukları sevgiyi ve bunun boyutlarını anlatabileceği gibi yan konularla da desteklenebilir. Bu sayede sevdiğiniz farklı iki türü bir araya getirerek, doyumsuz bir okuma gerçekleştirebilirsiniz. Tarihi kitaplar okumayı seviyorsanız ve geçmiş dönem size her zaman daha ilgi çekici geliyorsa, tarihin tozlu sayfaları arasında geçen tarihi aşk romanlarını okuyabilirsiniz. Kitapta yer alan dönemin sosyokültürel yapısı hakkında da bilgi sahibi olmanıza yardım eden tarihi aşk romanları sayesinde aşkın en saf halini içinde ve gerçekçi aşkların yanında daha fantastik ögelere sahip bir aşka hikayesi okumak istediğinizde paranormal aşk kitapları sizin için eşsiz bir seçenektir. Bu kitaplarla bazen kendinizi meleklerin arasında gezerken bulabilir, bazen de büyücülerin veya vampirlerin dünyalarına konuk olabilirsiniz. Yaratıcılığın yüksek olduğu bu kitaplarla, aşkı farklı boyutlarda anlamlandırabilirsiniz. Siz de farklı türlerde bulabileceğiniz aşk roman kitapları arasından zevkinize uygun olarak bir tercihte bulunabilir, aşk dolu okumalar Roman Kitapları Neden Sevilir?Romanlara konu olacak bir aşk yaşamak hemen hemen herkesin en büyük hayallerinden biri olduğu için, aşk romanlarındaki kahramanlarla kendinizi kolay bir şekilde özdeşleştirebilirsiniz. Birbirini seven aşıkların yaşadıkları bazen sizi hüzünlendirip göz yaşlarına boğulmanıza neden olabilirken, bazen de onlarla birlikte mutluluğu paylaşabilirsiniz. Çoğu zaman romanlarda yaşanan ayrılıklar ya da tartışmalar sinirlenmenize yol açabilirken, özellikle de çiftlerin ayrılmasına neden olan olay veya yan karakterlere karşı sinirlenebilirsiniz. Tüm bu duygu yoğunluğu ve hikayenin yaşattığı kalp çarpıntılarıyla, aşk romanları bireyler için önem taşıyan kitaplara kitapları sizi içinde bulunduğunuz andan ve sorunlardan uzaklaştırarak, kendinizi daha rahat hissetmenize yardımcı olur. Karakterlerin yaşadıkları yoğun duygu durumlarını içinizde hissederek, siz de kendi iç dünyanızda bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Günün yorgunluğunu ve stresini okuyacağınız aşk kitaplarıyla atabilir, romandaki kahramanların yaşadıkları gibi bir aşkı yaşamanın hayallerini kurabilirsiniz. Bu açıdan düşünüldüğünde aşk roman kitapları, yaratıcı yönünüzü ve hayal gücünüzü geliştirmesi açısından da öneme sahiptir.
Ana SayfaTarihi AşkEn Sevdiğim Tarihi Aşk Romanları Romans kategorisini alt kategorilere bölmezsem işin içinde çıkamadığımı fark ettim. O yüzden her zaman severek okuduğum tarihi aşk romanları ile başlasam fena olmaz dedim. 1- Teslimiyet Pamela Clare 2- Asi Monica McCarty 3- Sevgim Sana Ait, Benimle Kal Lisa Kleypas 4- Son Söz Aşkın Julia Quinn 5- Ödül, Güllere Sor, Gelin Julie Garwood 6- Tutku Lisa Valdez 7- Aşk ve Gurur Jane Austen 8- Düşler Krallığı Judith McNaught 9- Kiralık Nişanlı, Metres Amanda Quick 10- Mahrem Anna Campbell 11- Düğün Gecesi Elizabeth Boyle 12- Vahşi Cazibe Julia London 13- Muhafazakar Aşk Caroline Linden 14- Doyumsuz Zevkler Elizabeth Hoyt 15- Ömür Boyu Sürecek Sabrina Jeffries 16- Düğün Evi Leigh Michaels 17- Sessiz İntikam Laura Landon Bu listedeki kitaplar, özellikle ilk sıradakiler benim için yerleri doldurulamaz kitaplardan. Çok fazla kitapları var tabi bu yazarların ama ben en sevdiklerimi yazmaya çalıştım. Gözüm kapalı kitaplarını aldığım yazarlardır benim için. Hepsine tek tek ne düşündüğümü yazmak çok uzun süreceği için böyle kısa kesmeye çalıştım. Nicole Jordan, Victoria Alexander, aynı zamanda paranormal olan Karen Marie Moning'in İskoçyalı serisi, Stephanie Laurens, Sylvia Day, Sarah MacLean, Loretta Chase, Candace Camp, Jude Deveraux, Johanna Lindsey, Samantha James, Tracy Anne Warren, Deeanne Gist, Deneane Clark, Laura Kinsale, Marsha Canham, Suzanne Enoch yine okuyup beğendiğim yazarlardan. Virginia Henley entrika sevenler için bir hayli güzel bir seçim olabilir beni deli etse de. Yıldızımın barışmadıkları Lynsay Sands Kathleen E. Woodiwiss Tessa Dare Katherine Ashe Courtney Milan Kathryn Caskie Gaelen Foley Grace Burrowes Madeline Hunter Nicola Cornick Cathy Maxwell Paula Quinn Kat Martin Shannon Drake Eloisa James Samantha Grace Georgette Heyer Evet yorucu oldu ama sona geldim. Yazarken amma çok okumuşum dedim 😅 Sevmediğim de bir sürü yazar varmış gerçekten. Herkesin zevki tabi ki farklıdır, belki benim sevdiğim biri hiç sevmediğiniz bir yazardır ya da tam tersi. Sorunum özellikle 70-80 hata 90 yıllarının başında yazılan tarihi romans kitaplarıyla. Çoğu beni sinir etmiştir, mesela Kathleen Woodiwiss. Herkesin bayıldığı ama benim hiç sevmediğim bir yazar oldu. Aynı şekilde Judith ile de bir alıp veremediğim var. Düşler Krallığı ne kadar mükemmelse, İçinde Aşk Saklı o kadar itici bir kitap mesela benim için. Aynı şekilde Brenda Joyce da hiç girişemediğim yazarlardan, bir Kathleen vakası çıkabilir gibi geliyor. Bir de henüz okuyamadığım Paullina Simons var, üşenmeyip okuyabilirsem Bronz Atlı serisini seveceğime eminim. Sizin de eklemek istedikleriniz varsa lütfen yorum bırakın. 😊
Huzur, Kürk Mantolu Madonna, Aşk-ı Memnu başta olmak üzere Türk Edebiyatı’nda iz bırakmış aşk romanlarını derledik. 1. Ahmet Hamdi Tanpınar – Huzur Genel olarak bakıldığında Huzur romanının ana temalarının başında Mümtaz’la Nuran arasında yaşanan aşk ilişkisi gelmektedir. Oysa bir aşk romanı olmanın yanında felsefi, metafizik ve psikolojik problemlerin derinlemesine yaşandığı bir eserdir. Romanın asli kahramanı Mümtaz, aşk ve ölümü, çocukluğunda yaşadıklarıyla, adeta iç dünyasını kaplayan bir duygu ve bütün hayatı boyunca şuuraltının hakim unsuru olarak hissetmiştir. Sevdiği kadın olan Nuran’la beraberliğinde, mahrumu olduğu saadeti bulduğunu sansa da hep bir şeylerin eksik kaldığını ve endişelerinin sona ermediğini, sızılarının dinmediğini fark etmiştir. İnsanlığın en temel meseleleri, aşk ve ölümü, bir arayış ve kıvranış halinde yaşamış, bir türlü huzura kavuşamamıştır. “Bu olgun, zarif güzel kadında, güneşin öz bahçesi imiş gibi baştan başa aydınlık ve füsun olan bir taraf vardı, o zamana kadar tanımadığı, kendisinde eksik sandığı bir taraf, sadece meşguldü, onun varlığı ile dolup boşalmağa hazırlanıyordu. Her düşünce serin bir uyanış durumunda değişiyor, uzviyetin derinliklerinden gelen küçük ve esrarlı dalgalar, unutulmuş hayat şarkılarını tekrarlıyordu.” “Sonsuz gül bahçeleri ki genç adamı çok defa yattığı yatağı, eli değdiği eşyayı, kendi damarında akan kanı koklamak isteyecek kadar hazla çıldırtırlardı. Bu bir Tanrının ziyaretini kabul etmiş cansız şeylerin, bu ziyaretin hatırasıyla canlanması, yaşaması, kısa fakat çok dalgın aydınlıklarda maziyi, hali, istikbali ve etrafını idrak etmesiydi… Hakikatte Nuran’ın aşkı Mümtaz için bir nevi dindi. Mümtaz bu dinin tek âbidi, mabedin en mukaddes yerini bekleyen ve ocağı daima uyanık tutan baş rahibi, büyük mâbûdenin sırrın yerini bulması için insanlar içinden seçtiği fani idi.” Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarından alıntıları burada okuyabilirsiniz. 2. Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna Kürk Mantolu Madonna, ilk olarak 1943 yılında Hakikat Gazetesi’nde tefrika olarak yayımlanmıştır. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez askerlik yaptığı Büyükdere’de çadırda yazmış ve tefrika edildiği gazeteye günü gününe yetiştirmeye çalışmıştır. Kürk Mantolu Madonna kitabı, yalnız tüm zamanların en hüzünlü aşk öyküsü olmakla kalmaz, aynı zamanda, edebiyatımızın en başarılı psikolojik anlatılarından da birisidir. Yenilmiş, silik, içine kapanmış bir insan kişiliği üzerine yapılmış çözümlemeler, o kişiliğin ardındaki çok zengin bir duygu ve düşünce dünyasının tasviri, kullandığı dilin sadeliği ve güzelliği, Kürk Mantolu Madonna’yı bugün de okunur, güncel kılan özellikler. “… Açık havada dolaşırsam bu fena ruh halimden kurtulacağımı ümit ederek acele hesap gördüm. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu ve gökyüzü kapalıydı. Şehrin bol ışıklarının kızıl aksini tepemizdeki alçak bulutlarda seyretmek mümkündü. Kurfürstendamm dedikleri geniş ve uzun caddeye geldim. Burada sema bütün aydınlık bir hal alıyor, yüzlerce metre yukarıdan dökülen yağmur taneleri bile turuncu bir renge boyanıyordu… Saatimi çıkardım. On biri geçiyordu. Demek vakit bu kadar ilerlemişti. Adımlarım birden bire süratlendi. Onlara yakın bulunan Nollendorf meydanının yolunu tuttum. Bu sefer nereye gittiğimi gayet iyi biliyordum. Dün akşam Kürk Mantolu Madonna’ya orada ve tam bu sıralarda rastlamıştım… Sanki aradığım insan birdenbire peyda oluverecekmiş gibi gözlerimi ilerideki elektrik direğinin altına diktim. Dün akşam gördüğümün bir hayal, sarhoş kafamın bir vehmi olduğunu kendime bu kadar telkin ettiğim halde işte şimdi burada onu, o kadını, belki de o hayali bekliyordum…Tam o sırada meydanın ortasından geçip bulunduğum sokağa doğru gelen bir insan gördüm… Başımı uzatıp baktığım zaman kısa ve sert adımlarla bu tarafa yaklaşan kürk mantolu kadını tanıdım. Bu sefer yanılmama imkan yoktu… Kalbim ufalanıyormuş gibi ağrımaya ve müthiş bir süratle çarpmaya başladı… Ayak sesleri tam arkama gelince, düşmemek ve küçük bir feryat koparmamak için büyük bir gayret sarfettim ve yanıbaşımdaki duvarı tuttum…” 3. Vedat Türkali – Bir Gün Tek Başına Bir Gün Tek Başına, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden hemen önceki günlerde geçiyor. Roman kahramanı Kenan, yıllar önce gizli komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleri… “Günsel durgunlaştı. Bir süre denize daldı, sigarasını içti… Kenan da sigarasını içiyor, öylece bakıyordu kıza. — Dinle beni Günsel, dedi. Kız yavaşça dönüp baktı. Kenan sessiz, fakat güvenli başladı. — Gelip geçici bir tutku sanma bunu… Aramızda büyük yaş farkı var… Bu da önemli değil. Akıllıca bulmayabilirsin. Sensiz olamam ben artık… Yine heyecanlanmıştı, kısık bir sesle sürdürdü — Benden daha akıllısın… Yardım et bana… Ama sensiz hiçbir şey olmayacağımı da bil… Bırakma beni… Sonra tıkanır gibi ağır ağır ekledi. — Gecikmeden korkarım ben. Söylerken utanır gibiyim… Niye sonraya kalsın? Evlenmez misin benimle? Ne olursun hemen karşı çıkma… Başka çözümü yok ki! Zaten bir türlü kurtulamıyorum… Aşağılık içtepisi eziyor beni… Beni işte… Anlatamadım değil mi? Seni seviyorum… Sustu. Günsel sessiz, yüzünde hiçbir tepki izi vermeden dinliyor, öylece bakıyordu Kenan’a. Kenan kızın kötü bir şey söyleyivermesinden çekinir gibi başladı yine kesik kesik — Evliyim, çocuğum da var… Ama o evde… Ah bilemezsin, kurtulmam gerek… Sensiz ne yaparım ben?” 4. Halit Ziya Uşaklıgil – Aşk-ı Memnu Halit Ziya en başarılı kadın karakterini bu romanında yaratmıştır. Kuşkusuz Emma Bovary’nin ağırlıklı etkisi bu kahraman üzerinde görülmekle birlikte yazar Türk toplumunun pek alışık olmadığı hırslı, mücadeleci, intikamcı aynı zamanda hassas, duygusal açlık çeken ve hayatın gerçekleri ile duyguları arasında sıkışmış modern kadın trajedisini romana ustalıkla yerleştirmiştir. Yazar, okurun, Bihter’in toplumca hoş karşılanamayacak davranışlarına karşı bir tutum geliştirmesine müsaade etmeyip aksine Bihter psikolojisini anlamaya ve çözümlemeye götürür. “Kanun-ı evvel… Yarım saatten beri mebzul bir kar bulutu parçalanmış, havanın baygın esmerlikleri içine iri iri parçalarla, lapa lapa dökülüyordu. Bihter, yavaşça Behlül’ün kapısını açarak içeri girmeye cesaret edemeyerek başını uzattı. Yalnız ötede henüz tutuşturulmuş sobanın kapağından kayan kırmızı alevlerle zulmetleri titreyen odada Behlül vardı. Bihter odaya girdi. Behlül ona doğru geliyordu. Bu yarı karanlık odanın içinde, titreyerek halının bir kısmını, biraz ötede kanepenin kenarını, küçük bir masanın ayaklarını dilleriyle yalayan alevlerin parıltısı arasında birbirini gölge şeklinde görüyorlardı. Artık karanlıktı, Bihter bir söz söylemeyerek, şimdi fark edilmeyen resimler hâlâ elinde, bilinemez nasıl bir korku ile bir hareket etmeye cesaret edemeyerek, duruyordu. Yalnız sobanın kapağında iki kırmızı göz sönük, hemen büsbütün örtülecek nazarla onlara bakarak, gülümsüyor gibiydi. Birden ikisi de titrediler, şurada bu karanlık odanın mahrem havasında, ikisi de aynı anda öyle bir şey hissettiler ki onları bir kelime söylemekten, bir hareket etmekten ürkütüyordu. Tehlike ile dolu bir rüya içinde gibiydiler; bir küçük şey bilinemez nasıl bir tehlikeye sebep olacak zannediyorlardı.” 5. Mehmet Rauf – Eylül Eylül romanının yazarı Mehmet Rauf tek romanıyla edebiyatımızda iz bırakmıştır. Başka romanları, hikayeleri, düzyazı şiirleri, makaleleri olmasına karşın, onun adı söylendiğinde Eylül, Eylül dendiğinde de onun adı akla gelir. Bohem yaşamı ve aşklarıyla nedeniyle arkadaşları tarafından pek aranıp sorulmayan Mehmet Rauf, sonuçsuz bir intihar girişimiyle iyice dışlanır. Evlilikleri, aşkları, gönül maceraları dönemin ahlak anlayışıyla çatışır. Nitekim, dönemin evlilik anlayışı, ahlaksal yaklaşımlarını Eylül romanında görürüz. Üç kez evlenen Mehmet Rauf, ilk evliğini Tevfik Fikret’in halasının kızı Ayşe Sermet Hanım ile yapmış ve bir anlamda Rumelihisarı’ndaki Fikret’in oturduğu yalıya iç güveyi olarak girmiştir. Eylül romanındaki aşk öyküsünün bu yıllardan kaynaklandığı ve Mehmet Rauf’un Fikret’in eşine aşık olduğu da söylenmektedir. Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı olarak tanımlanır. Roman kişilerinin ruhsal çözümlemeleri üzerine kurulmuş olup, kimi yazarlara göre Mehmet Rauf’un yaşamından izler taşır. Bu yaşanmışlıktan dolayı, özellikle roman kahramanı Necib’in duygularının son derece başarılı yazıldığı vurgulanır. Mehmet Rauf, Eylül’de Aşkı-ı Memnu’da olduğu gibi bir aşk üçgeni çerçevesinde, imkansız aşk, yasak aşk temasını işlemiştir. “Suad, kendisine de Süreyya’ya hitap ettiği sesle, ona baktığı gözle, onu sevdiği sevgiyle sevse, baksa, söyleseydi ya Rabbi!.. Bu düşünceyi derinleştirip saatlerce harap oldu kaldı. Önce gerçekten öyleymiş gibi aldanarak, sarhoş ve mahmur kalıyordu, sonra Suad’ın içten seslenişlerinde bile hayalindekinin yanında nasıl bir ilgisizlik olduğunu görerek içi eziliyordu. Bazen o sesle, “Necib!” diye yalnızca adıyla çağrıldığını işitir gibi olurken, Suad’ın kendisine seslenince sakinleşen sesinin “Necib Bey!” deyişi onu öldürüyordu; Süreyya’ya bakarken sevecenlik dolu olan bakış, kendisine çevrilince o kadar hissedilmez bir an içinde, sanki donuklaşıyordu. Halbuki kendi ağzında yalnızca onun adı vardı, fakat resmi olarak “Suad Hanım!” değil, “Suad, Suad…”; fısıldayarak, âh ederek çıkan “Suad!” Konuşurken sevinçle yalvararak, şükran ve özlemle yalvaran “Suad” adı vardı. Ve ruhu onu bu seslenişlerle kucaklamak ateşiyle yanarken ona dinginlikle hitap etmek, bir eziyet oluyordu. Böylece kendisine seslenilmedikçe, o adı kendi kendisine söylemeye, ona yalnızlıklarda seslenmeye başladı; bu, yasak bir şeyin gizlice yapılması mutluluğuyla başını döndürüyordu, dudakları daima titriyor, daima o adla titriyordu. Odasına kaçıp binlerce kere “Suad!.. Suad!..” diye âh ettiği oldu.” 6. Reşat Nuri Güntekin – Dudaktan Kalbe Dudaktan Kalbe’de şöhretin şımarttığı genç bir kemancının, kendisini tutkuyla seven küçük bir kızı elde etmesi, daha sonra aşkın geçici bir gönül eğlencesi olduğunu söyleyerek hem kendi hem de küçük kızın hayatını mahvetmesi anlatılır. Dudaktan Kalbe, romanın başından sonuna kadar yaşanan Lamia-Kenan ilişkisinin iki sözcükle ifadesidir. Reşat Nuri aşkın nasıl bir duygu olduğu üzerinde durur. Romanın baş kahramanı olan Kenan’a göre aşk sadece dudaklarda yaşanmalı, onun bir zehir gibi kalbe inmesine izin verilmemelidir. Aşkı sadece dudaklarda yaşamak aşkın sadece bedensel boyutta yaşanması, bedensel hazla sınırlı kalınmasıdır. Kenan’a göre aşk bedensel boyutta yaşanmalı, ruhsal boyuta geçmesine izin verilmemelidir. Bedensel aşkın, diğer bir deyişle dudaklarda yaşanan aşkın özellikleri şunlardır Gelip geçicidir, gönül eğlendirir, hoşça vakit geçirtir, ayrılınca acı çektirmez, tatlı bir gençlik hatırası olarak tebessümle hatırlanır. “Lâmia, yüzünü havuza çevirmiş, çıplak bileklerinden birini arasıra suya sokuyor, sonra onu ıslatan suyun damla damla toplanıp parmaklarından düştüğünü seyrediyor… Zihni dalgın, gözleri yalnız bununla meşgul gibi… Kenan da elini yanındaki teneke oluklardan birine uzatıyor, bir parça su alıyor, süratle Lâmia’nın yüzüne, saçlarına serpiyor… Kınalı Yapıncak ürküyor, ürperiyor, birdenbire uykudan uyandırılmış bir çocuk gibi şaşkın bir hayretle gözlerini Kenan’a çeviriyor. Bu şaka için birbirlerine gülümsüyorlar, fakat yine bir şey söylemiyorlar… Lâmia tekrar havuza dönüyor, bileğini suya sokarak eski oyununa başlıyor. Bu sefer, Kenan da başını çeviriyor, onun güneşten yaldızlı bir pembelik almış boynunda hafif çiller, yanaklarında uzun sarı kaşlarının tüylerinde titreyen su damlalarım seyrediyor… Sol bileğine dayanarak havuza eğiliyor, köpüklü suların içinden bir salkım rûy-i nigâr çıkarıyor… Onun dalgalı pembe teninde su damlacıkları var… Dudaklarıyla bir iki üzüm koparıyor, sonra hafif yana eğiliyor; salkımı Lâmia’nın dudaklarına uzatıyor… O, tekrar irkiliyor, başını kaçırmak istiyor… Fakat sonra ürkek bir gülümsemeyle dudaklarını açıyor, avuçta yem yedirilen bir kuşun yavrusu tereddütleriyle birer birer üzüm tanelerini yemeğe başlıyor… Kenan, bir türlü gözlerini ondan ayıramıyor, Lâmia, bu haliyle çok güzel! Sivri ince çenesi, uzunca hassas burnu, ince sarı kaşları, hafifçe çıkık geniş alnı ve sevimli ve zarif! Sarışın başının sıkı örgüsünden kurtulmuş kuş tüyü gibi hafif, hemen hemen beyaz saçlar ince halkalarla alnında kıvrılıyor, görünmez gümüş tellerle iliştirilmiş gibi mütemadiyen titriyor. Hâlâ biraz evvelki damlalardan ıslak duran yanakları dudaklarına sarkan ıslak üzümler gibi taze… Kenan’ın parmaklarından üzüm salkımı düşüyor; sakin, telâşsız, hiç bir şey düşünmeden, söylemeden Lâmia’yı göğsüne doğru çekiyor… Genç kızda, biraz evvel ıslandığı zamanki kadar küçük bir titreme. O kadar…” 7. Orhan Pamuk – Masumiyet Müzesi Orhan Pamuk’un 2008 yılında yayımladığı Masumiyet Müzesi romanı aşk teması etrafında şekillenir. Olay zamanının 1975-2008 yıllarını kapsadığı romanda aşkın yanı sıra aile, ahlak, evlilik, cinsellik, zengin-fakir, doğu-batı, modernleşmede dönemin sosyal, siyasi, kültürel dokusuyla işlenerek anlatılır. Romanda işlenen konular, batıyı temsil eden, modern, zengin Kemal Basmacı, ailesi ve sosyete çevresi ile doğuyu temsil eden Çukurcuma semtinde yaşayan geleneklerine bağlı bir ailenin kızı olan Füsun’un modernizm ve gelenek algıları bağlamında değerlendirilir. “Tıpkı Şanzelize Butik’te çantanın parasını bana geri veremediği öğle vakti yaptığı gibi sessizce ağlamaya başladı. Hıçkırıkları uğradığı haksızlığa öfkelenen bir çocuğun hırçın sesine dönüştü. “Sana âşık oldum. Sana çok fena âşık oldum!” Sesi hem suçlayıcıydı, hem de beklenmedik ölçüde şefkatli. “Bütün gün seni düşünüyorum. Sabahtan akşama kadar seni düşünüyorum.” Ellerini yüzüne kapayıp ağladı. İçimden gelen ilk tepkinin salakça gülümsemek olduğunu itiraf edeyim. Ama bunu yapmadım. Hatta aşırı sevincimi gizleyip, duygulu bir ifade takınarak kaşlarımı çattım. Hayatımın en içten ve yoğun anlarından biriydi, ama halime bir yapmacıklık sinmişti. “Ben de seni çok seviyorum” Ama bütün içtenliğime rağmen, benim sözlerim onunkiler kadar güçlü ve sahici değildi. İlk o söylemişti, Füsun’dan sonra söylediğim için benim hakiki aşk sözlerime bir teselli, nezaket ve taklit tınısı sinmişti. Dahası, o anda ben gerçekten ona, onun bana âşık olduğundan daha da çok âşık olsaydım bile bir ihtimal bu doğruydu da, aşkının aldığı korkutucu boyutu ilk Füsun itiraf ettiği için, oyunu o kaybetmişti. Nereden, hangi rezil tecrübelerden edinmiş olduğumu bilmek bile istemediğim içimdeki “aşk bilgesi”, tecrübesiz Füsun un, benden daha içten davrandığı için “oyunu” kaybettiğini sinsice müjdeliyordu bana. Bundan, artık kıskançlık derdimin ve takıntılarımın sona ereceği sonucunu çıkarabilirdim.” 8. Oya Baydar – Sıcak Külleri Kaldı Oya Baydar’ın Sıcak Külleri Kaldı romanı 1960’lardan 2000’lere Türkiye siyasal yaşamının önemli olaylarına panoramik bir bakışı içerir. Kitapta ana karakter Ülkü, gençliğinde aşık olduğu ve daha sonra Dış İşleri’nde çalışan zengin bir ailenin burjuva oğlu Arın Murat ile Ülkü’nün evlendiği öğretim üyesi Ömer üçlüsünün yaşantıları odak alınarak tarihle yüzleşilmeye çalışılmıştır. Romanda yüzleşme önemli bir yer tutar, çünkü Arın karakteri yıllar sonra 12 Mart ve 12 Eylül başta olmak üzere devletin eylemleri konusunda bir basın açıklamasında resmi tarih dışı söylemleri nedeniyle öldürülmüştür. Ülkü, Arın Murat’la hep baştan alınan, bir türlü ilerlemeyen, bitirilemeyen bir aşk ilişkisi içerisindedir. Bu ilişki, her ayrılıktan sonra küllendiği sanılan ve her defasında kendi küllerinden doğan türden bir aşk ilişkisidir. “Madem bu kadar çirkinleştik, o zaman sonuna kadar götürelim dedi adam. Evet, bir başka kadınla birlikte oldum; buradaki kuzeyli kadınlardan biriyle… Sen Moskova’ya gelmeden kısa bir süre önce ülkesine döndü. Onu bir daha görmedim. Beni tanırsın; belki içten içe, bu ilişkiyi, yani kendi zaafımı, seni aldatmış olmayı hazmedemediğimden sana yaklaşamadım. Belki de içimde birikmiş bir hınç vardı sana karşı, belki geçmişimi hazmedememiştim. Ne de olsa küçük bir kentin işçi ailesinden geliyorum ben. İnsan yetiştiği çevrenin değerlerini ne kadar aşabilir ki! O köhnemiş değerleri aştığın, hepsinin üstüne yükseldiğini sanırsın, kendine yepyeni bir kimlik yaratırsın, sonra bir gün dehşet içinde hiç değişmediğini fark edersin.” 9. Necati Cumalı – Zeliş Necati Cumalı’nın Zeliş’te tütün tarlalarında çalışan on yedi yaşındaki genç bir kızın aşkı uğruna verdiği dillere destan mücadeleyi anlatır. Bu kız, babası tarafından sevmediği, istemediği bir adama birtakım çıkarlar yüzünden zorla verilmek istenir. Kendisini kaçırmak üzere pusu kurulduğunu öğrenince, sevdiği delikanlıya kaçmaktan başka çaresi kalmaz. Sevdiği delikanlıyla birlikte yollara düşerler. Pek çok sıkıntıya cesurca göğüs gerdikten sonra mutluluğu yakalarlar. Roman, aşkın her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek güçlü bir duygu olduğunu onca kahrına, çilesine rağmen yaşanmaya değer güzel, tutkulu, heyecanlı, bir duygu olduğunu anlatır. “Kuyuya varmadan bir zeytinin altında oturdu. Tenekeyi dizlerinin üstüne yan yatırdı. Defterini kalemini çıkardı. Önce ne yazacağını bir türlü kararlaştıramadı. Sonra fazla vakit olmadığını da düşünerek, yarı sağdan soldan kulağında kaldığı gibi, yarı içinden geldiği gibi yazmaya başladı Çok kıymetli bir huzura… önce nasılsınız onu sormak isterim. O geceden sonra iyi misiniz? Bana gelince sabah akşam sizi düşünmekteyim. Bu kadar yakınımdasınız. Karşıdan karşıya sizi göreyim de yanınıza gelip derdimi söyleyemeyeyim. Buna zulüm denmez mi? Ben ne kadar uğraşsam size karşı duyduklarımı söyleyemem! Halimi size şu maniler anlatsın. Ay doğar aşmak ister. Al yanak yaşmak ister Şu benim garip gönlüm. Yâre kavuşmak ister. Karanfil ezenim yok. Ezip de gezenim yok Yıkılsın böyle yerler. Salınıp gezenim yok Akardım çağlamazdım. Gülerdim ağlamazdım Şileydim ayrılık var. Sana bel bağlamazdım. Bu manilerin altına okla yaralı bir kalp resmi çizdikten sonra “Sizi seven Cemal” diye imzasını attı. Defterinden yazdığı sayfayı yırttı. Katladı. Biraz sonra kuyunun başında Zeliş’in söylediği yere ocağın aşı altına yerleştirdi.” 10. Orhan Kemal – Cemile Romanda anlatılanlar 1934’te Adana’da yoksul bir işçi mahallesinde geçmektedir. Bu insanların yaşam mücadeleleri, işçi işveren ilişkisi, işçilerden birinin kurduğu oyun sonucu olan ayaklanma ve bütün bunların içinde yeşeren bir aşk. Orhan Kemal’in hayatından birçok otobiyografik öğeler taşıyan bu romanda, eşi Nuriye Hanım’a olan aşkını ve onun çocuk yaşta sırtlandığı zorlukları Cemile’de romanlaştırmıştır. Eserini de “Tekmil hayatı ıstıraplarla geçmiş, yıllardır kahrımı çekmekten usanıp yorulmayan cefakar karıma…” ifadesiyle eşine ithaf etmişti. “Tam bu sırada elinde bir takım kaatlarla Cemile’nin katibi iplikhaneden içeri girdi. Kara kız – Aha, dedi, Aslı’nın Kerem’i… Aklıma da geldiydi ha.. Usta bir gıcık alıyor ki.. Koca göbekli usta da katibi görmüştü. Yüzü derhal asıldı, ağanın kulağına – Senin Numan Beyin adamı… dedi, saat başı burda.. Halbuki iplikhaneyle hiçbir alakası yok.. Eline bir iki kaat alır, dolaşır. Maksat kızlarla angaje etmek.. Ağayı karşıdan gören katip de şaşırmıştı. Geri dönmek istemiş, şüpheyi büsbütün çekeceği için vazgeçmişti. Ağanın yanından geçerken – Nirye gidiyon? diye ağa sordu. Katip durdu. Yeni tıraşlı yanakları kızardı. Saçları briyantinden ışıl ışıldı. – Sinyor Orlandonun raporlarını götürüyorum efendim! dedi. İplikhane ustası – İtalyan’ın saat dokuzdan önce gelmediğini kendisine daha dün söylemiştim!.. Katip şaşaladı. Ağa sertçe – Dün, söylemiş sana.. Katibin gözü Cemile’ye kaydı.. gözgöze geldiler. Verilecek kandırıcı bir cevabı yoktu. Bununla beraber, birşeyler söylemeliydi herhalde. Gözü tekrar kıza gitti. Bu sırada ağa – Hadi bakalım, dedi, yallah! Burası angace yeri deel! Mahvolduğunu sanan katip döndü, birbirine dolaşan bacaklarıyla, çıktı gitti. Usta – Gece demez gündüz demez, burda! Yan gözle Cemile’ye baktıktan sonra – Ne hikmetse, diye tamamladı. Ağa aldırış etmemişti, tekrar Cemile’nin yanına sokuldu. Cemile’yse hırsından titriyor, yaşaran gözlerini saklamak için başını eğdikçe eğiyordu.” 11. Yaşar Kemal – Ağrı Dağı Efsanesi Yaşar Kemal bir aşk destanı olan Ağrı Dağı Efsanesi’nde “Benim çabam bu romanda destan atmosferini çağdaş romanda denemekti” der. Ağrı Dağı Efsanesi romanının halk anlatıları ile olan ilişkisi romanın adı ile başlar. Roman insan ile var olan bir tür olmasına rağmen burada aşk teması etrafında bir efsane ve bir dağ romanın merkezine oturtulmuştur. Roman Ağrı Dağı’nda bulunan dağ köylerinden birinde yaşayan Ahmet ve o dönemde oranın yöneticisi olan Mahmut Han’ın kızı Gülbahar arasındaki aşkı ve bu sevdalıların kavuşmak için yaşadıklarını anlatır. “Karanlık, ağır tortunun içinden bir süre fısıltılar geldi, sonra her şey derin bir sessizliğe gömüldü. Gülbahar’ın yüreği küt küt atıyor, zindanın soğuk kayalığında yankılanır gibi oluyordu. Ya da Gülbahara öyle geliyordu. Bekliyor, kimse, gelmiyordu. Bekledikçe coşkusu artıyor, yüreği daha çok, vurulmuş bir kuş yüreği gibi çırpınıyordu. Gülbahar’ın bu hali aşağıdan, tortudan bir karartı upuzun ayağa kalkıp yürüyünceye kadar sürdü. Kız yürüyüp gelen karartıyı görünce bir hoş oldu. Eli ayağı çözüldü, başı döndü, duvara tutunmasa düşecekti. Ahmedin soluğunu yüzünde duyunca birden kendine geldi. İkisi de bir süre öyle durdular kaldılar. Hiç birisi konuşamıyordu. Önce Ahmet Gülbahar, dedi, sen misin? Gülbahar Benim, dedi duyulur duyulmaz. Sanki çok eski zamanlardan beri dosttular, sevgiliydiler, candılar. İkisini de bir sevgi bulutu sardı. Sıcak, güzel, dost… Bütün zindana dağıldı bu sevgi. Ve zindanda bir sürü kınalı keklik vardı. Nerden bulmuşsa bulmuştu. Keklikler gece yarısı, sabaha karşı, dal öğlen, ne zaman olursa olsun keyiflenince ötüyorlardı. Aşağıda tortunun içinden bir keklik sesi geldi. Gülbaharı bu beklemediği ses irkiltti. Elini uzattı, Ahmedin elini tuttu, merdivenlerden yukarıya çıktılar, zindanın kulesinin oraya vardılar. Ovadan yanaydı kule. İki adım öteleri ucu bucağı belirsiz, derin uçurumdu. Uzaklarda yıldızlar, ova, incecik kalmış tepelerin üstüne bir ulu karanlık, Ağrının gölgesi çökmüştü. Ağrının üstünde çok eski, bir yanı silinip körlenmiş, donuk bir ay asılmış duruyordu. Az sonra ayın üstünü kapkara bir bulut örttü. Gülbahar Ahmedin elini bırakmamıştı. Gittikçe elleri yanıyordu.” 12. Halide Edip Adıvar – Kalp Ağrısı Selim İleri “Bu romanda, Milli Mücadele yıllarının derin izlerini art planda yakalarız. Öndeyse, bir avuç aydın insanın kalp ağrıları bütün şiddetiyle sürüp gider. Ateşten Gömlek’in, Vurun Kahpeye’nin yazarı şimdi bireysel sorunlara eğilmekte, dönemi için çok incelikli ruh çözümlemeleriyle bu sorunları irdelemektedir. Kalp Ağrısı’nın bir başka özelliği, Halide Edip’in son tutuklu aşk romanı olmasıdır. Yazar, aşk üzerine söyleyeceklerinin tümünü, sanki bu sızılı eserde söylemiş; sonra bir aşk kırgını gibi susmayı tercih etmiştir. Edebiyatımızın en güzel, en anlamlı gönül acısı romanlarından biri.” diyor. İlk kez 1924 yılında yayımlanan Kalp Ağrısı adlı eserinde Adıvar, 1900’lü yılların İstanbul’unu da eserinin merkezine yerleştirmiştir. “Çıplak kolumu kaldırdım, elimi başımdan öteye, arkaya uzattım. Ve mahmuz şakırtısıyla birisi hemen geldi, elimi tutacak zannettim, sonra birdenbire rahatsız edici bir sükût ârız oldu, hep birden sustuk. O dakikaya kadar saklambaç oynayan iki çocuk kadar çılgın ve manâsız bir sevinçle birbirimizi arıyorduk, ikimiz de henüz birbirimizi görmemiştik. Fakat bu görmeden, konuşmadan çok taze ve tatlı bir haz alıyorduk. Bundan daha manâsız ve çocukça bir şey olamazdı ve sırf bu manâsızlık içinde iki yaramaz çocuk gibi mesuttuk.” Kaynak Bir Aşk Romanı Huzur – Bilal Kırımlı, Halit Ziya Uşaklıgil – Elif Emine Özer, Mehmet Rauf, Eylül ve İmkansız Aşkın Ateşi, Reşat Nuri Güntekin – Dudaktan Kalbe, Masumiyet Müzesi’nde Modernizm Gelenek Algısı
en güzel tarihi aşk romanları